Bilhassa Çukurova'nın bu muzip tavrını, Paris'te Seine Nehri kıyısında bir bankta sayfaları çeviren Fransız'a da Hamburg'da boğuk bir hafta sonu evinde vakit geçirirken gözlerini satırlara mıhlamış kadına da İstanbul'dakine de Van'dakine de on beşinde olana da yetmişinde olana da dün de bugün de aynı heyecanla merak ettiren adam kimdi? Bu Çukurova neresiydi? Nasıl böyle güzel, gözünde canlanabilmişti Çukurova?
Soylu bir eşkıya; İnce Memed! Kemal Sadık Göğçeli ya da nam-ı diğer Yaşar Kemal!
Aslıyla bilmedik onu. Huyumuzdur ya, toprak aldı mı bir canı, ancak o zaman aklımıza gelir giden, ancak o zaman güceniveriz toprağa. "Demir olsam çürüdüm, toprak oldum da dayandım." diyen Türk Edebiyatı'nın ve hatta barışın çınarını boynumuz büyük anmak kaldı ellerimizde sarı sayfalarla. Bir nedeni vardı elbet böyle oluşunun da. Aramızda kendini yalnızca fikriyle, sanatıyla, barış özlemiyle ve yazdıklarıyla var etmişti.
Herkes onu Çukurovalı bildi. Oysa tüm ailesi, Van'da Ernis Köyü'nde yaşarken Birinci Dünya Savaşı onları göç etmeye mecbur kıldı. O dönem herkes gibi onlar da toprağından kopup filizlenebilecek yeni bir toprak aradı. Bir yılı aşan bu zorlu göçün ardından Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde bulunan Hemite Köyü'ne yerleştiler. Altmış haneli bu küçük Türkmen köyündeki tek kürt aile olmalarına rağmen, en güzel dostluklarını orada kurduklarını söylerler. Yıllar boyu romanlarına işleyeceği hikayeleri topladığı, İnce Memedin filizlendiği bu topraklarda sanıldığı gibi pek de kolay olmayan bir çocukluk yaşar aslında. Göç yolunda babasının evlatlık edindiği ağabeyi Yusuf, babasını namaz kılarken gözlerinin önünde kalbinde bıçakladığında, Yaşar Kemal çocukluğunun ilk acısını yaşar. Bu olaydan sonra, on iki yaşına değin, yalnızca türkü söylerken kekelemez. Üstelik, kurban keserken yanlışlıkla amcasının elinden fırlayan bıçak, onun bir gözünü de ondan alır.
Soylu bir eşkıya; İnce Memed! Kemal Sadık Göğçeli ya da nam-ı diğer Yaşar Kemal!
Aslıyla bilmedik onu. Huyumuzdur ya, toprak aldı mı bir canı, ancak o zaman aklımıza gelir giden, ancak o zaman güceniveriz toprağa. "Demir olsam çürüdüm, toprak oldum da dayandım." diyen Türk Edebiyatı'nın ve hatta barışın çınarını boynumuz büyük anmak kaldı ellerimizde sarı sayfalarla. Bir nedeni vardı elbet böyle oluşunun da. Aramızda kendini yalnızca fikriyle, sanatıyla, barış özlemiyle ve yazdıklarıyla var etmişti.
Herkes onu Çukurovalı bildi. Oysa tüm ailesi, Van'da Ernis Köyü'nde yaşarken Birinci Dünya Savaşı onları göç etmeye mecbur kıldı. O dönem herkes gibi onlar da toprağından kopup filizlenebilecek yeni bir toprak aradı. Bir yılı aşan bu zorlu göçün ardından Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde bulunan Hemite Köyü'ne yerleştiler. Altmış haneli bu küçük Türkmen köyündeki tek kürt aile olmalarına rağmen, en güzel dostluklarını orada kurduklarını söylerler. Yıllar boyu romanlarına işleyeceği hikayeleri topladığı, İnce Memedin filizlendiği bu topraklarda sanıldığı gibi pek de kolay olmayan bir çocukluk yaşar aslında. Göç yolunda babasının evlatlık edindiği ağabeyi Yusuf, babasını namaz kılarken gözlerinin önünde kalbinde bıçakladığında, Yaşar Kemal çocukluğunun ilk acısını yaşar. Bu olaydan sonra, on iki yaşına değin, yalnızca türkü söylerken kekelemez. Üstelik, kurban keserken yanlışlıkla amcasının elinden fırlayan bıçak, onun bir gözünü de ondan alır.
Ünlü bir roman yazarı olarak bilinse de o aslında ilkin, köy köy gezen, ağıtlar yakan, türküler söyleyen bir aşıktır. Yaktığı bir ağıtı unutması, onu okuma sevdasına iter ve Yaşar Kemal okula başlar. Fakirlik, onun daha fazla okumasına izin vermez. Öğretmeni ortaokula devam etmesi için çevre zenginlerinden para toplamışsa da Yaşar Kemal bunu asla kabul etmez. Bir fabrikada iş bulup eğitimine devam eder. Ancak ortaokuldan sonra okulu bırakmak zorunda kalır. Para kazanmak zorundadır. Irgatlık, Katiplik, vekil öğretmenlik gibi bir sürü işlerde çalışır. Tabi bu esnada yazmaktan vazgeçmez. Folklor denemelerine başlar.
Çukurova Komünist Partisinin kurucularından biri olması; onu hapis yaşamıyla, işkence ve hayatın öteki yüzü ile tanıştırır. Tüm bu yaşadıklarıymış aslında onu iyi bir gözlemci yapan, "Sanki dünyayı, hiçbir şey yapmadan seyretmeye gelmiştim." derken tam da bundan bahsediyor olmalıydı. Yaşadığı acı tatlı tüm olayları kimi zaman sessiz bir soğukkanlılıkla kimi zaman ise tepkisini gizleyemeyerek seyretmiş,
İlk roman olarak bildiğimiz İnce Memed'in de öncesinde yazdığı Demir Çarık adlı romanı ve derlemeleri, evine yapılan bir gece baskınında yok olur. Asla okuyamayacağımız bu roman nerede, ne şekilde, yok oldu mu, bir yerler de duruyor mu hala? Bunu asla öğrenemeyeceğiz.
Adana'da daha fazla barınamayacağını anladığı vakit İstanbul'a gidince parasızlık, uzunca bir süre Gülhane Parkı'nı onun evi, gazete kağıtlarını da döşeği yapar. Tabii bu esnada yazmaktan asla vazgeçmez ve Bebek adlı öyküsünü Cumhuriyet Gazetesinde yayınlatmayı başarır. Hayatı da bu noktadan sonra değişir. Adı bile değişir. Siyasi kimliğinin verdiği polis korkusu, ondan Kemal Sadık Göğçeliyi alır ve Yaşar Kemal'i verir. Yakın dostları Orhan Kemal, Abidin Dino ve Arif Dino dışında kimse bilmez kimliğini.
Yaşamında en çok ismini değiştirmek zorunda oluşuna içerlediğimi şu sözlerle anlatıyor:
"Ortaokuldaki Türkçe öğretmenimle karşılaştım bir gün Adana'da. 'Yahu Kemal' dedi bana, 'Çok iyi bir yazar var Cumhuriyet'te. Kimdir acaba?' Yaşar Kemali övdü. Ona bile o yazarın ben olduğumu söyleyemedim."
Adı Yaşar Kemal oldu ve bizlere kendi hesaplamalarına göre öyle olduğunu düşündüğü 92 yaşına dek, tam 49 kitap yazdı. Her birinde başka başka insanlara dost, başka başka hayatlara kendimiz gibi baktık. İçimizdeki, sesi kısılmaya başlamış,baş kaldıran, yalana susmayano iyi insanı hayatta tuttu yazdıkları ile.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder