Bu Blogda Ara

6 Haziran 2015 Cumartesi

BİR GÜN KADRİM BİLİNİRSE, İSMİM AĞZA ALINIRSA, YERİM SORAN BULUNURSA: BENİM MESKENİM DAĞLARDIR.

Sabahattin Ali deyince her şeyden önce aydınlığa, ışığa, insanın ve toplumun mutluluğuna adanmış bir yaşam ve eğilmeyen, boyun eğmeyen güçlü, direngen bir karakter geliyor aklıma.

"Başım öne eğilmesin / Aldırma gönül aldırma / Ağladığın duyulmasın / Aldırma gönül aldırma."

dizelerindeki onurlu ve erdemli direniş; hapishane duvarlarından yankılanan

"Dışarıda deli dalgalar / Gelip duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönü aldırma"

sesleriyle güçleniyor. Sabahattin Ali bütün ömrünü ideallerine, toplumcu düşüncelere adaması dolayısıyla çektiği çileler anlamında Nazıma çok yakın duran değerli bir aydın, güçlü, gerçekçi yapıtlara imza atmış önemli bir şair ve yazardır.

Sabahattin Alinin yaşamını odağa almak istiyorum öncelikle; çünkü onun yaşamı bir roman gibi, bir hikaye gibi insanı etkileyen ve sonuçta tragedyaya dönüşen bir yaşamdır... 1907'de Gümülcinede başlayan yaşam öyküsü, Balıkesir ve İstanbul'da devam  etti. İlkokul çağında ailesiyle Çanakkaleye gitti. 4 yıl kaldıkları bu çevrede, Çanakkale savaşlarını bir çocuk olarak bütünüyle ve tüm dehşetiyle yaşadı. 1918'de emekli olan babası, ailesini İzmir'e götürdü. Burada bir tiyatro ve gazino işleten babasının işleri, Yunanların izmiri işgal etmesi üzerine bozuldu. Bu nedenle annesinin ailesinin yaşadığı Edremit'e göç ettiler. Babasının emekli maaşı ödenmediği için aile yoksulluk çekmeye başlamıştı. Bu yıllarda annesinin  sinir bunalımları da giderek artıyordu. O zor yıllarda anne babası kendi aralarında sorunlar yaşıyor, annesinin rahatsızlığı nedeniyle sürekli çatışıyorlardı. Geçimlerini sağlamak üzere babası çerçiliğe başladı; Sabahattin Ali de boynuna astığı bir işporta tablasında makara, iplik sattı, babası çevre kentlerin pazarlarına gittiğinde serginin başında bulundu. Sergi başında beklerken eline geçirdiği her kitabı okuyordu. Bu yıllarda ilkokul sona erdi ve Sabahattin Ali Edremit İdadisine başladı. 1921'de idadi öğrenimi de sona erdi

Sabahattin Ali ilk önce babası gibi subay olmak ister ama o yıl askeri okullara öğrenci alınmaması kararı üzerine Balıkesir Öğretmen Okuluna yazılır. O yıllarda büyük bir okuma tutkusuyla, eline geçirdiği her kitabı okumaya devam eder. Öğretmen Okulunun ikinci sınıfındayken yazmaya başlar. İlk öyküsünün Horoz Mehmet olduğunu ve edebiyat öğretmeni tarafından beğenildiği belirtilmektedir.

O yıl bazı sıkıntılar yaşayınca son sınıfı okumak üzere istanbul öğretmen okuluna geçer. Son sınıfı burada okuyarak öğretmen olur. Babasının maddi durumu düzelir ama bu arada annesi istanbulda fransız hastanesinde tedavi altına alınır. Babası 1926'da Ayvalıkta ölünce çok sevdiği babası için bir şiir kaleme alıp yayımlar. Bundan önce birkaç yıl içinde de Serveti Fünun, Çağlayan gibi dergilerde şiirleri yer almıştır. Buna göre, Sabahattin Ali edebiyata önce şiirler başlar. Öğretmen okulunu bitirdikten sonra yozgata ilkokul öğretmenliğine tayin edilir. Bir yıl kalır ve tatil için geldiği istanbulda, yabancı dil öğretmeni olarak yetiştirilmek üzere yurt dışına burslu öğğrenci gönderildiğini öğrenince sınava girip kazanır ve dört yıllığına Almanyaya gider. Buradaki eğitimi sonrası yurda döner ve sonunda aydın ortaokulu almanca öğretmenliğine atanır. Aynı yıl Bir Orman Hikayesi ve Bir Gemicinin Hikayesi adlı ilk toplumsal gerçekçi öykülerini yazar ve bunları resimli ay dergisinde yayımlar. Nazım Hikmet o sırada Resimli Ay'da düzeltmen ve sekreter olarak çalışmaktadır. Sabahattin Alinin bu hikayelerden birinin yayımlanmasını şöyle anlatır  Nazım: "Bir gün dergi idarehanesine kısa boylu, gözlüklü bir genç geldi. Almanca bildiğini, hikayeler yazdığını ve isminin Sabahattin Ali olduğunu söyledi. Hikayelerinden birini bıraktı çıktı. Bu hikaye orman sanayisinde çalışan işçilerin hayatına aitti. Alman romantizminin tesir altında yazılmış olmasına rağmen konu ve muhteva bakımından türk edebiyatında bir yenilik teşkil ediyordu. Genç adamın istidatlı bir yazar olduğu daha ilk satırlarından hissediliyordu. Hikaye basıldı. Sabahattinin ilk hikayesini Resimli Ay dergisinde yayınlaması, yazarın o zamanki edebiyatı, dolayısıyla politika cereyanları arasında belirli bir safta yer alması demekti. İlk yazısını bize getirişi Sabahattinin antiemperyalis, demokratik temayülünü gösteriyordu. Gerek dostluğumuz, gerekse Resimli Ayın o zamanki çevresine girişi, gerekse  sonraları Sinop Cezaevinde parti üyelerinden bazılarıyla tanışması Sabahattin Alinin sosyalist idealleri benimsemesinde tesirli oldu."

Sabiha Sertele göre "Sabahattin Ali Almanyada ilerici edebiyatta temas etmiş, sosyalist eğilimleri olan bir gençti. Fakat kafasında sosyalizm henüz belirli bir şekil almamıştı. Nazım onu yalnız realist sanata değil sosyalizmede çekmeye çalışıyordu. Sabahattini roman yazmaya teşvik eden Nazım oldu." Bu bilgiler bence önemli gerçekleride aydınlatmaktadır. Sabahattin Ali, Nazımın etkisiyle çalışmalarını öykü ve romanda yoğunlaştırmıştır.

1931 yazında komünizm propagandası yaptığı ihbarı üzerine 3 ay tutuklanır,  sonuçta aklanır ve 30 eylül 1931 tarihinde Konya Ortaokuluna atanır. Orada yayımlanan Yeni Anadolu Gazetesinde yazıları yer alır. Bu arada Kuyucaklı Yusuf romanı da bu gazetede on beş sayı kadar tefrika edilir. Telif ücretini alamadığı için romanın devamını gazeteye vermeyince birtakım kişilerin iftiralarına uğrar ve bir toplantıda Atatürkü taşlayan bir şiir okuduğu ihbarıyla tutuklanıp bir yıla hüküm giyer. Bu hapislik süresinin bir bölüğünü Konya, bir bölüğünü de  Sinop cezaevlerinde geçirir. Buradaki gözlemleri öykülerinin bazılarının  yazılmasında önemli malzemeler sağlar ona. Ayrıca burada şiirler de kaleme alır. Duvar hikayesi bu dönemdeki izlenimlerini yansıtır. Duvar'da şöyle yazar: " Bir mahpusu dünya ile hiç alakası olmayan bir zindana kapamak, ona en büyük iyiliği yapmaktır. Onu en çok yere vuran şey, hürriyetin elle tutulucak kadar yakınında bulunmak, aynı zamanda ondan ne kadar uzak olduğunu bilmektir. On adım ötede en büyük hürriyetlere götüren denizi dinlemek ve sonra aradaki kalın kale duvarlarını gözlere dikerek bakmaya, denizi yalnız muhayyilede görmeye mecbur kalmak az azap mıdır?"

1933'te Cumhuriyetinin 10. yılı nedeniyle çıkarılan aftan yararlanıp Sinop cezaevinden çıkan Sabahattin Ali, 1933 Ekim'i sonlarında İstanbula gelir. Memurlukla ilişiği kesilmiştir; yeniden görev almak üzere Ankaraya gider. Yedi aylık bir bekleyiş sonunda yanıt olumsuzdur. Eski kanılarını değiştirdiğini ispatlaması istenir ondan; bunun üzerine Atatürk için Varlık dergisinde yayımlanan Benim Aşkım şiirini yazar ve göreve yeniden kabul edilir. İlkin milli eğitim bakanlığı yayım müdürlüğünde, sonrasında 1934'de Talim ve Terbiye dairesinde üst yönetici olarak görevlendirilir. 1935'te evlenir; 1936'da askere alınır. Askerliğini eskişehirde tamamlar ve 1938'de Ankara Musiki Öğretmen okulu türkçe öğretmenliğine atanır. Daha sonra bu okulun yerini alan Devlet Konservatuvarı dramaturgluğu görevine getirilir.

Irkçı görüşleriyle tanınan Nihal Atsız 1944 Nisan'ında başbakan Şükrü Saraçoğlu'na hitaben açık bir mektup yayımlayarak Sabahattin Ali'yi haksız biçimde suçlar. Bunun üzerine açılan kişisel davada Atsız, 4 ay hapse mahkum edilir. Sabahattin Ali aleyhine kampanyalar, gösteri ve saldırılar giderek artar. 1945'te görevinden ayrılır. Yaşamını yazarak kazanmak düşüncesindedir ve bu düşünce ile İstanbul'a geçer. Gazete ve dergilerde siyasal fıkralar, öyküler yayımlamaya başlar. Bazı provokasyonlarla yapılan bir yürüyüşte gazete basımevleri saldırıya uğrar. Sabahattin Ali yine işsiz kalır.

Bu dönemde bir mizah dergisi çıkarmak kararındadır ve Aziz Nesin ile Rıfat Ilgaz'la bir araya gelir. Marko Paşa adlı bir dergiyi yayımlamaya başlarlar. Bu dergi büyük bir ilgi görür ancak bir süre sonra sıkıyönetim tarafından kapatılır. Direngen ruhlu Sabahattin Ali bunun üzerine Malum Paşa, Merhum Paşa adlarıyla yayını sürdürmeye çalışırsa da, bunlar yine sıkıyönetim tarafından kapatılır. Fakat Sabahattin Ali yayıncılığı sürdürmeye kararlıdır; bu kez Ali Baba adlı mizah dergisini çıkarır. Bu dergilerde yayımlanan yazılarından dolayı hakkında "neşren hakaret" davaları açılır; mahkum olur. 1948'de 3 ay cezaevinde kalır. Gazetelerin birbiri ardına kapanmasıyla Zincirli Hürriyet gazetesinde yazmaya başlar. Burada yazdığı bir fıkradan dolayı yine kovuşturmaya uğrar. Yapacak işi kalmamıştır; sivil polisler de ardını bırakmaz.

Sabahattin Ali güçlü bir muhalifti; hiçbir şeyş sorgulamadan kabul etmeyen, çağının ülke ve dünya düzeninin eleştiren muhalif bir tavrı vardı daima. O, sürekli olarak ezilenin, hor görülenin, aşağılanın, suskun kitlelerin sesi olmaya gayret etti yaşamı boyunca. Bunun için herşeyi göze aldı, görevden alınmayı, işini kaybetmeyi,soruşturmaları, mahkemeleri, hapsi, polisçe izlenmeyi suçlanmayı, kaçışı ve en sonunda ne yazık ki ölümü... hepsini göze almış, cesur bir aydındı. Yolunu aydınlatan adalet ışığına güvendi daima; istedi ki insanlar sömürülmesin, istedi ki adalet gelsin ülkeye ve yeryüzüne. İnsanlar hakça ve mutlu yaşasınlar; sömürünün olmadığı eşitlikçi bir toplumda kendilerini geliştirsinler... Barışla dolsun yeryüzü ve gökyüzü; insanlar kardeş olsun istedi... Sınırların ötesine geçsin insanlar; ırk, dil, din farkları kalmasın  yeryüzünde... Kadınlar aşağılanıp sömürülmesin, kendi bedenleri üzerinden birtakım kötülüklere bulaştırılmasın... Sabahattin Ali, edebiyatımızın vicdanını oluşturan sanatçıların en başında  geliyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hangi yazarların hayatını öğrenmek isterdiniz?